Ana içeriğe atla →

İOS’TAN ANDROİD’E, ANDROİD’TEN İOS’A NEDEN GEÇTİM?

Son Güncelleme 15 Ağustos 2022

İOS’TAN ANDROİD’E, ANDROİD’TEN İOS’A NEDEN GEÇTİM?

“teknoloji gün geçmiyor ki değişiyor.” Cümlesini sayısız duymuşuzdur. Evet, teknoloji hızlı bir ilerleyiş halinde. Yirmi yıl evvel şu anda kullandığımız teknolojilerin varlığını bile belki hayal edemezdik.

“Erişilebilirlik” kavramı hayatımızdan kısmen uzaktaydı. Zira, erişilebilir olan ne vardı? İbreli radyolar, kaset çalarlar, müzikle uğraşanlar için müzik aletleri… birkaç şey daha ekleyip tamamlayabiliriz bu listeyi. 

Orta yaş ve üstündeki her görme engelliye “radyo” konusunu açtığınızda söyleyecek cümlesi, anlatacak anısı oldukça fazladır. Hele bir de “Biz körler okulundayken” diye cümleye başlarsa adeta bir askerlik anısı dinler gibi dinleyebilir, o anlatılanlardaki betimlemelerle adeta güzel bir kitabın sayfalarından birkaç sayfa okumuş gibi hissedersiniz.

Radyolardan kaset çalarlara doğru yavaş yavaş yolculuğunuz başlar. Yalnız, yine de radyo oyunun başrolünde var olmaya devam eder.

Kaset çalarların aynı zamanda radyo özelliği de bulunur. Boş kasetiniz, radyo dinlerken kaset kutusunda hazır bulunur; sevdiğiniz bir içerik yayınlanmaya başlar başlamaz kayıt tuşuna basardık. Peki, en sevdiğiniz şarkıyı dinlemek ve dinlerken de kaydetmek için radyoyu arayıp istekte bulunmayanınız var mı? Şimdi Google amca ve onun üvey çocuğu Youtube’nin canı Sağ olsun.

Yukarıda bahsettiğim süreçler yaşanırken hayatımıza yavaş yavaş bilgisayar dünyasında konuşan, ekranı okuyan uygulamalar giriyordu. Büyüklerimiz oraya da el attı fakat biz o trene birkaç vagon arkadan binebildik.

Zamanı birkaç yıl ileri götürelim.

Telefonlar geliyor. Hani, ilk amacı karşındaki insana konuşmayı ve mesajlaşmayı amaçlayan cihazlar vardı ya. Yalnız, erişilebilirlikten ırak telefonlardı onlar. Biri “erişilebilirlik” mi dedi, o da ne(!)

Aslında bazılarında erişilebilirlik vardı. Öyle bildiğimiz erişilebilirlik değil tabi. En ilkellerinden.

Gören biriyle oturup telefonun menülerini ezberlerdik. Sonrasında menüye girince yön tuşlarını kullanmaz, telefonun numara tuşlarını kullanarak ilgili menüye giderdik. Örneğin; 53 yazdığımızda menüdeki 5. seçenek ve arkasından o seçeneğin içindeki 3. alt seçeneğe girebiliyorduk.

Bunlarla zaman geçirirken, bahsettiğim cihazlarda zil sesleri hazırlarken zaman geçiyordu.

Yeni telefonlar girdi hayatımıza. Kare tuşuna basınca saati sesli söylüyordu. Muazzam bir gelişmeydi. Düşünsenize saati öğrenmek için eğer konuşan ya da kabartma saatiniz yoksa görenlere sormanız gerekiyordu.

Hâlâ gelen mesajlarımızı, rehberden birini bulmak istediğimizde görenlere ihtiyaç duyuyorduk. “Şurada ne yazıyor bir baksana” cümlesini ömrümde kaç defa kurduğumu saymaya kalksak telefon rehberindeki kişi sayısından daha fazla çıkar muhakkak.

Yıl iki binli yılların ortalarına yaklaşınca mobil kullanım alanında körler için yeni bir dönemin başlangıcıydı. Rüyalarımıza giremeyen bir teknolojiyle buluşuyorduk. Evet, Symbian işletim sisteminin de telefonlar yarı akıllı hale geliyordu. Gerçi hiçbir zaman “akıllı cihaz” kavramını anlayamamışımdır ama biz genel kullanıma yönelik yazdığımızdan kaldığımız yerden devam edelim.

Nokia’nın başı çektiği symbian sürecinde sayısız telefonla karşılaştık. Rehberimize yeni kişiler kaydedebiliyor, mesaj alıp gönderebiliyor, notlarımızı oluşturabiliyor, telefonumuzun ayarlarını yapabiliyor, ilkel de olsa internette dolaşabiliyorduk. Muazzam bir teknolojiydi. Bayram ve kandil için hunharca mesaj paketi harcıyorduk. Hatta o kadar mesaj paketi harcadık ki Türkiye’deki SM operatörlerinden bir tanesi Talks lisansı pazarlamıştı.

2007’ye geldiğimizde Apple ilk iphone’yi tanıttı ve bu klasik telefonlardan biraz farklıydı. Yalnız, bu telefonu ilk defa Apple yapmadı. Zira, Nokia’nın da dokunmatik fazlaca telefonu vardı. Neyse burası şimdilik bizi fazla ilgilendirmiyor. Bizi ilgilendiren durum Nokia’nın çıkardığı yeni telefonları hemen alabilme yarışına giren, mesajlarını okuyan, kullandığı ekran okuyucu uygulamasına yeni sesler arayan biz körler ilgilendiriyor. Apple yeni telefon çıkarmış, kime ne…

Apple’ın tanıttığı telefonlar değil de işletim sistemi bizi çok yakından, hem de o kadar yakından… çantamız, cebimiz, elimiz, hatta kulağımız kadar yakından ilgilendiriyordu.

Yanlış hatırlamıyorsam, sonuçta bu bir makale olmadığından hata yapabilirim, Apple tanıttığı iOs 4 ile tüm cihazlarını erişilebilir hale getirdi. Böyle birkaç cihazınızı falan değil, ilgili iOs sürümünü alan her cihazı erişilebilirliğe kavuştu.

Kulağa ne kadar da güzel geliyor, erişilebilir cihaz. Ekranın ön yüzünde tek bir tuş, başka da bir şey yok. Nasıl kullanılacak bu. Hemen hemen bir çok körün kafasını kurcalıyordu bu soru. Aradan birkaç kör çıktı da İphone 3gs, 4 ve 4S cihazlarla bu erişilebilirliği deneyimleyebildiler.

Biz biraz korkanlar bekliyorduk ömrünün son yıllarını geçiren symbianla birlikte.

O da ne? 2013’ün ocak ayında elimde bir adet iPhone 5 vardı. İncecik, küçücük, metalik, çikolata gibi bir şey. Ekranın önünde yuvarlak, şık bir tuş. Burada uzun uzun cihaz betimlemeye niyetim yok. Zira, birçoğunuz kullanmasak da görmüşsünüzdür bir şekilde. 

Yavaş yavaş dokunmatik telefona alışıyordum. O zaman Siri, Braille klavye, dikte  gibi kolaylaştırıcılar da yok. Küçücük ekranda dolaş dur.

Yıllar yılları kovaladı, Apple erişilebilirlik için yukarıdaki teknolojileri de hayatımıza soktu. Babasının hayrına yapmadı tabi bunları, “bakın ben size bunları sunuyorum, siz de paşa paşa benim cihazlarımı kullanın, bana para kazandırmaya devam edin” dedi. Biz ne yaptık, “Tabi, Apple amca. Sonuçta alan razı, satan razı” diyerek kayıl olduk.

Bu arada, Android’teki gelişmeler beni cezbediyordu. Android bir telefon almak o zamanlar için ürkütüyordu, Ya kullanamazsam diye. Zira, Andrid’teki erişilebilirlik gelişmeleri iOs kadar hızlı ilerlemiyordu.

2014’ün eylül ayında kendime bir Android tablet aldım. Alırken de düşündüğüm mesele en azından iyi bir şey olması yönündeydi. Araştırmaları neticesinde Samsung SM-T312 tableti aldım. Dönemine göre donanımı fena değildi, Android sürümdü, data hatla dışarıda internetini de kullanabiliyordum. İlk başlarda birbirimize çok ısındık. Hemen hemen bulduğum tüm uygulamaları indiriyor, deniyor, beğenmiyorsam geri kaldırıyordum. Talkback’ın yapısına parmaklarımın alışması biraz zaman aldı. Elimde ios telefon, yanımda Android tablet zamanımızı güzelce geçiriyorduk.

Yalnız, bir zaman sonra baktım, yavaş yavaş tabletten uzaklaşıyorum. Bana karşı bir hatası yok ki garibim tabletin. O elindeki tüm imkanları sunuyordu. Uzaklaşma nedenimi çok geçmeden anladım, iOs daha kolay geliyordu kullanım açısından. Aslında kolay geldiğinden falan değil, alışkanlıkların insanı yeniliğe kapatmasından kaynaklanıyor.

Bir süre sonra, tableti elimden çıkarmaya karar verdim. Benim için üzücü, başarısız bir süreçti. Üzülerek de olsa tableti 3. ayında yakın bir arkadaşıma sattım. Arkadaşım gördüğünden onun Talkback ile falan işi olmaz. Bu arada size şaşırabileceğiniz bir şey Söyleyeyim: Arkadaşım o tableti hâlâ kullanıyor. Sadece bir defa ekran değişimi yaptırıldı.

Tableti sattım, kendimi yalnız hissettim. Aslında yalnız hissettim demeyelim biz buna da aphone 5’in şarjının hızlıca tükenmesinden kaynaklı bir arayışa girdim. Arayışım neticesinde iPad mini 2 ile yollarımız kesişti. Bu yıl ekranı kırılıp da yedek parçasını bulamayıncaya değin.

Sene geldi 2016’ya. O zamanlar General Mobile müthiş bir popülarite yakaladı. Hele bir de Google One projesinde bulunuyorlardı ki tadından yenmezdi doğrusunu söylemek gerekirse. O zaman ben neden General Mobile geçmeyim dedim. Teknolojiden de kendi çapımızda biraz anlıyoruz, büyüklerimiz kadar olmasa da.

bir tane General Mobile 5 aldım. İphone5’ten sonra epey farklı geldi. Tarla gibi ekran, üstelik ekranda tuş da yok. farklı bir işletim sistemi, Android 6 vardı.

İphon5e ‘ten ile yollarımızı çoktan ayırdım.

Çok hoş telefondu bu General Mobile 5. Arkası basketbol topu gibi tırtıklı, şarjı uzun gidiyordu her şeyden önemlisi. Üstelik 2014’te kullandığım tabletten donanım bakımından da üstteydi.

Artık iphone da yoktu elimde. Kıyaslayacağım, zorlanacağım bir mesele kalmamıştı ortada.

Android 6 sürümü vardı telefonda, aslında zor bir kullanımı da söz konusu değildi. Birçok işimi telefonla halledebiliyordum.

Yalnız, tek bir sorunum vardı: Gelen çağrıları yanıtlamak. Çağrıları cevaplandırmak benim için gerçek bir işkenceydi. Zira, ekrandaki bir simgeyi cevapla düğmesine sürüklemek gerekiyordu yanlış hatırlamıyorsam. Hâlâ düşünürüm bu benim beceriksizliğimden kaynaklanan bir sorun muydu diye.

Çağrı meselesini saymazsak gerçekten de yollarımın ayrılmasını istemediğim bir telefondu.

Peki, kullandığım telefonla değil de Android’ün genel sorunlarından biri olan Braille klavyenin olmayışına dair çabamızdan bahsetmeden geçmek olur mu hiç.

Yukarıdaki cümleden de anlayacağınız üzere Android’te dahili, dahiliden hariç harici bir Braille klavye bulunmuyordu. Türkiye dahilinde uluslararası bir atılım yapmalıydık. Bu işten anlayan hemen hemen bütün körlerin olduğu bir toplantı tertip ettik. “Braille klavye Android’e gelecek, başka yolu yok” diye haykıracaktık. Hemen harekete geçtik, insanlara ulaştık, imzalar topladık. Fakat yine bu iş de biz körler camiasında “benim adım duyulsun, işin çok da bir önemi yok” mantığından dolayı Braille klavye hevesimiz başka baharlarda açacak mis kokulu çiçekler misali ertelendi.

“Braille klavye yoksa ben de yokum” diyerek telefonu da elden çıkardım ve iphone ile yollarımız tekrar kesişti. iPhone se eşlik ediyordu artık bana, daha güçlü, daha hızlı, daha fazla alan barından bir ios cihazdı.

2019 senesinin soğuk kış aylarına doğru yolculuk yaparken Hakan Kılıç, nereden aklıma estirdiyse Android cihaz meselesini kafama soktu. Braille klavye, Talkback’tan çok daha hızlı çalışan Jieshuo ekran okuyucusu… Bunları duyunca bir şimşek çaktı, bulutlar yağmur olup yağdı fikrimin ince yerlerine.

Bir kampanya vesilesiyle de piyasanın çok altında bir fiyata xiaomi mi 9lite telefon aldım. Artık üzerinde Android 9 ile mükemmel bir kullanım gerçekleştirebilecektim. İphone cihazımı da eski telefonlar yaşlılara verilir mantığıyla anneme taktim ettim.

Bu sefer bir şeylerin farklı olacağını seziyordum. Evet, Android 2014’ten bu yana çok yol kat etmişti. Yalnız, ios sonrasındaki alışma süreci biraz sancılı geçecekti, başta belli etmişti.

Yaklaşık bir ay sonra “bu Android’i iyi ki kullanmaya başlamışım” demeye başladım. Bir ayı neden mi atladım? Sürekli iphone günlerimi hatırlayıp arayışlar içine giriyordum. Sonra bir de anladım ki Android’te seçenek çok daha fazlaymış.

Süreç içinde Xiaomi mi 9lite’dan sonra Oppo a72’yi de kullandım. Oppo Oppo’yu nasıl aldığım konusuna girmek istemiyorum. Eşime aldığım telefonu eşim beğenmeyince bana verip elimdeki telefonu da alıverdi. Konuya hiç girmedim değil mi?

Oppo ile hiç anlaşamadık. Braille yazamamam, dokunmatik açıdan sıkıntılar çıkarması falan filan.

Hemen güle güle dedim kendisine ve iphone se 2020 satın aldım. İphone iyi güzel, alıştığım, bildiğim bir sistem ancak Android’te telefonların uzun şarj sürelerine alışan biri için katlanılabilir bir tarafı yoktu iPhone’un.

İki ay iPhone kullandıktan sonra Poco X3 NFC ile yollarımız kesişti. Hâlâ da yol arkadaşlığımız sürüyor.

Peki, Android kullanmaktansa ios kullanmayı tercih eder miyim? Hayır,

Android kullanmaktan pişman mıyım? Hayır. Hatta keşke Android duraklarının birinde dursaydım da daha evvelinden kullanmaya başlasaydım.

 

 

Görüntüleme: 47

Yazar Hakkında

Gökhan Çapanoğlu

10 yıldır Android ve iOS kullanmaktadır. iOS cihazlardan, Android telefonlara geçiş konusundaki bütün sorularınıza cevap vermektedir.

Kategori: Makaleler

Yorumlar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir